9 Kasım 2015 Pazartesi

Hayattaki en keyifli hırsızlık, yaşamdan keyifli anlar çalmaktır.

Hayattaki en keyifli hırsızlık yaşamdan keyifli anlar çalmaktır.
LIMMUD 2015’in özeti bu cümle işte.

Gene Kasım ve gene keyifli bir Limmud bitti. Herzaman ki gibi gene bir adım ileriye taşındım. Bu sefer slogan sanki geçmiş senelerden daha bir derindi. 
Dinle, Sorgula, Hayal et, Deneyimle, Paylaş 
İşte tam da slogana uygun bir gün geçirince sizlerle paylaşmak şart oldu. 
İyi ki yazıyorum, iyi ki varsınız ve paylaşıyorum. Dilerim  Limmud'da olan diğer kişilerde yazar da bende onların dinlediklerinden öğrenirim zira öyle güzel konuşma konuları ve konuklar var ki birini seçerken diğerinden eksik kalıyorsun. 
Bu seneki ilk saatin seçimi İlber Ortaylı oldu. 
Konu: Bu günlere nasıl geldik? 
Kişi kendi sahip olduğu geçmişini iyi bilmezse, bu gün durduğu yeri sorgulaması, yaşadığı haksızlıkları anlması ve ilerlemesi mümkün olmayacaktır. Varlığını anlamlı kılmak için şiddet uygulayacak ve akabinde hem kendine hemde sahip olduğu kültürü zarara uğratacaktır. Gelecek nesilin doğruları bilmesi için kurbana düşürmeden, doğru bilgiyle bu günkü yetişkinler olarak yazmalı ve söylemeliyiz. Türkiye etnisitler ülkesidir, yani bir çok farklı kültür ve din, dilin iç içe yaşadığı bu coğrafyada bazı adetler dini ve dili ortadan kaldırıp bizleri ortak bir kültürel yapıda topluyor. Bunu fark edip şiddet yerine, anlamak ve birlik olmalıyız. Oluşan bilinçsiz kitleler bazı şeyleri yerine getirmekte ancak o kadar bilinçsizce yapılmakta ki adeta peynir tabağının ardından kuru fasülye servisi gibi abes durumlar oluşmaktadır. Burada önemli olan peynir tabağını sunarken yanına yakışacak en güzel şarabı ve en güzel müziği harmanlayabilmektir. O zaman karşımıza güzel bir tablo çıkacak hem keyif verecek hem de anlamlı olacaktır. Bu etkin hali oluşturmak için peynir-şarap ve jazz üçlüsünü iyi tanımak şarttır. Yoksa ortaya çıkan sonuç bir hurdaya benzeyecektir. 
Bu noktada sorguladım hurda nedir? Hurdanın anlamı kullanım dışı olan malzemenin posası. Kullanım süresi dolmuş, katma değer yaratamaz hale gelmiş değerlendirilebilir ya da geridönüşebilir malzemeler bütünü. Bu tanım bana hayatımızda neleri hurdaya atıyoruz? sorusunu sordu tabi ki. Blog konusu diye yıldızla işaretledim ve kalabalık odayı terk edip yeni odaya doğru ilerledim. 

Yeni konuşmacı Özgür Bolat, 
Konu: Mutluluk ve başarı 
TedX te seyrettiğim ve Hürriyet Gazetesindeki yazılarını keyifle okuduğum Ayşe Arman'ın röportajı ile keşfettiğim bir deha. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun. Bir yıl New York Üniversitesi’nde burslu,  öğrenme psikolojisi eğitimi aldı. Fulbright ve Türk Eğitim Vakfı bursu ile Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. Mutlu çocuklar yaratmak için ebeveynleri eleştiren, eğitim sistemini en üst dereceden yanlış bulan biri. Bilinenden farklı doğruları bizim yüzümüze vuran gencecik bir adam. Mutluluk ve başarı kavramlarının dışa bağımlı olmaması gerektiğini söylüyor. Insanın mutlu olması içsel değerlerine bağlanmalıdır fikrinde. Dışardan gelen başarı gelmezse kişiyi utanç ve üzüntüye sürüklerken, içten gelen başarı kişide gurur ve rahatlamaya ulaştırıyor insanı. Sürdürülebilir bir mutluluk en önemli durumdur. Bunu fark etmek adına hergün sizi mutlu eden anlarınızı yazmanızı öneriyor. Bu şekilde farkındalığınız artmış ve sizi mutsuz edenleri yavaş yavaş farketmenize yardımcı olacaktır, Mesela 14m$ bir şirketi yöneten CEO eğer başarılıysa kendiyle guru duyarken, başarısız oladuğunda intihar edebilir. Oysa içsel motivasyonu olan birisi olsa başarısızlığından alacağı ders ile bambaşka yollar seçecektir kendine. Kişiliği zedelenmemiş ve mevcudiyetiyle yönetmiş olması yeterli olacaktır. Kişi elinden gelenin en iyisini yaptığını bilmesi yeterlidir. 
Kişi değerini başkalarına göre belirlememlidir. Eğitim sisteminde bunun karşılığı nottur, oysa insan not ile ölçülmemeli, kendi kişisel başarısıyla değerlendirilmelidir. Ali'nin aldığı not belirlemeyecektir çocuğun başarısını, onun başarısı kendi aldığı notun kendi gelişimindeki yerini belirleyecektir. Ödül ve ceza ile motive edilmiş bir eğitimin sonucu ancak hırs ve tutkular akabinde derin bir başarısızlık olacaktır. Hedef koyulmalı, hedefe odaklı hareket edilirken sorumluluk tamamen çocuğa verilmelidir. Ebeveynin görevi sadece teşvik edip, koşulsuz sevmeye devam etmek olmalıdır. 
Çocuğunuza şu soruyu sorarsınız sık sık, Ne olmak istiyorsun? Onun yerine şunu sorun, Ne yapmak istiyorsun? Bu soruda kişisel sorumluluklar vardır. Doktor olmak istiyorum diyen bir çocuk neden olmak istediğinide anlatırsa başarı hedefine ulaşabilir. Annem babam istiyor diyen çocuğun alacağı diplomanın sadece bir ünvandan ibaret olacağını ve hiç birşeyi değiştirmeyeceğini bilmek gerekir. Çocuk bu soruyu yanıtlarken sorumluluğunu da alır ise meslekte başarılı olacak ve hedefine ulaşmaktan dolayı aşırı tatminkar olup motivasyonu yüksek olan biri haline dönüşecektir. 
Şu kitabı okumayı tavsiye etti, From Good to Grade Jim Collins. Konusu 1965-1995 tarihleri srasında ilk 15 yıl hiç gelişme kaydetmemiş ama son 15 yılda üç kattan fazla büyümüş 11 şirketin incelemesini anlatıyor. 5 prensipten bahsediyor kitap, 
1- alçakgönüllülük 
2- kimlerle olunup, daha sonra ne yapılacak 
3- zalim gerçeklerle yüzleşmek 
4- kirpi konsepti 
5- disiplin kültürü 
Başarı mutluluk getirecektir ama dış kaynaklı yolculuklarda başarı oluşmazsa kişi kendini var edemez ve depresyon başlar. İç kaynaklı bir yolculuk ise ben ben olduğum içinle sonuçlanır ve kişilik, prensipler, değerler ve ilişkilerden oluşur. Başarı ve mutluluk için dışsal motivasyonlar olan ödül, ceza, övgü ve rekabeti hayatınızdan çıkarıp onun yerine geribildirim, tanıklık, gelişim, sorumluluğu koymak lazım. Elinden gelenin en iyisini yaptığından emin olan kişi sorumluluğunuda almış olduğundan utanç ya da üzüntü duymayacaktır.

Daha nice sorular varken kafamda mutlu başarılı düzleminde kenara koyup hızlıca yarı diet bozucu bir öğlen yemeğini hızlıca lüpleyip yeni odama mor kata koştum. Karşımda bir ilah vardı. 

Prof Dr Talat Kırış 
Konu: Hekimlik ve yaşam
Kendisi Beyin cerrahı. Tanrı yolunuzu düşürmesin ama eğer düşerseniz de onun gibi muhteşem bir cerraha düşmeniz dileğiyle demek isterim. Yaptığına aşık, kendiyle barışık ve hepsinden önemlisi empatik bir cerrah. Hastanenin ağır abilerinden olmasına rağmen, sessiz kişiliğinin altı mükemmel bir insan figürüyle donanmış. Beyni gösteriyor ekranda. Onu öyle karşımızda görmek bile heyecan vericiyken bir tümörü ya da bir hastalık için açtığında onunla bir bütün olan ellerin düşüncesi çok ironik. Karşımda iki beyin var diyor ameliyatta.  Biri benim beynim biri de hastanın. İkisininde muhteşem çalışmasını sağlamalıyım. İçsel motivasyon, Özgür Bolat haklı, başaracak çünkü olaya beyin cerrahı olarak dışsal bir motivasyonla değil, hastayı iyi edebilme içselliğiyle hareket ediyor.
 Her cerrah gibi kendini biraz Tanrı sanan ama evrende hiçbir şey olmadığını fark eden bu güzel yürek hocasını kaybedince hayata ara verip önce kanoyla kuzey kutbuna Grönland'a sonra da Güney Kutbuna Antartica'ya yelkenle gitmeyi başarıyor. Yazıyor ve aynı zamanda hobisi olan yelkeni devam ettiriyor. Dediği şey çok basit, tek yönlü yaşam olmaz. Hayallerini gerçekleştirmeden geçireceğiniz bir ömür boşa yaşanmıştır. Hem doğanın terbiye etme gücünü yaşıyor yolculuklarda hem de kendi yaşam felsefesini oluşturuyor. Delilik taşını araştırın diye bitiyor konuşma. Ameliyat edilen hasta deli iken cerrahın başındaki huniye dikkat çekiyor.

Muhteşem bir hazla dinlediğim sunum bitince kendi hayallerimi yazmış buluyorum kendimi. Onca iş stresi, bunca hayat telaşının yanında hergün hayallerimi tek tek tamamladığım için yüreğimde oluşan hazzı farkediyorum. Hemen yeni bir hayal daha yazıyorum deftere, Hindistan ve ashram. Birgün mutlaka!

Yeni odama geçmeden kahve molasında lezzetle pişirilmiş enfes keklerden ince bir dilimin hazzına vardıktan sonra gene ikilimlerle elemek zorunda kaldığım yeni odama geçiyorum. 

Bu sefer Konuşmacı Mehmet Fatih Uslu.
Konu: Gayri Müslim Edebiyatçılar.  
Genç bir edebiyatçı. Tanzimat Edebiyatı adlı çalışmasını görünce ah diyorum ah! çünkü bende bunları okumak isterdim bu günkü aklım olsaydı. Ermeni edebiyatçıları konuşuyoruz. Osmanlı’da yazılan ilk eserin Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-I Talat ve Fitnat olmadığını, tersine Vartan Paşa adlı bir Ermeninin yazdığı "Akabi Hikâyesi" Türk romancılığının ilk temel taşlarındandır ve Ermeni harflerle ama Türkçe yazılmış olup ilk Türkçe eser olarak kabul edilmemektedir. Wikipedia onu ilk Ermeni roman olarak yazıyor. Görmek istemediklerimizden biri daha çıkar karşımıza. Aynı Bienal’de hissettiklerim gün yüzüne çıkıyor. Yakın tarih ama çok uzakmış gibi unutulmak isteniyor. Acı başka bir gerçek daha karşıma çıkıyor bir anda, o da Yahudi edebiyatı üzerine. 1492’de İspanya’dan göçüp Osmanlı'ya eklenen bir toplum olarak 1860 tarihine kadar okumaktan uzak, ancak Ladino diliyle yazılmış gazetelere sahip olduğumuzu farketmenin sıkıntısını duyuyorum. Yanımda 70'lerinin üzerinde bey bana gülümsüyor kendisi şanslı kültürlü bir aileye mensup olduğundan dedeleri bile okumuş ama dışarıda. Önümdeki 70'lerinin üzerindeki 3 hanım ise hem geçmişi anıyor hem de Fransız ekolünden bahsediyorlar. Unutulmuş bir lisan Judeo Espanyol ve Fransızca ile kazanılmış üstünlük hissinden bahsediyorlar. Ne acı insan hep birini ezerken birini yüceltiyor. Aklım gene Özgür Bolat’a kaydı. Dış kaynaklı…
Sıra yeni odaya geldi. Artık zihinde beden de ordan oraya yorgun ama ruh keyifli, enerji hala yüksek. 

Yeni odam Emin Çapa.
Konu: Yarının Dünyası

Beklerken kitapçığı karıştırıyorum ve birden ruhumda bir utanç oluşuyor neden kitapçığın diğer sayfalarını sabah okumadım diye. Keşke diyorum ve tebrik ediyorum bu fikri yaratana.

 Emin Çapa için ekonomiyi sevdiren yorumcu deniyor. Sunumuyla fark yaratan, ekonomiyi kolay anlaşılır bir üslup ile yorumlayan CNN TÜRK Ekonomi Müdürü, böylece geniş kitlelere zor sanılan konuları basit bir dille aktarıyor. Türkiye’nin bilimsel bakış açısından uzaklaştığından şikayet etmek yerine, bu konuda bir şeyler yapmak için haftada bir gün “Aklın İzi” programında birbirinden ilginç uzmanlık konularıyla izleyicinin karşısına çıkıyor. 

Yarının Dünyası sunum çarpıcı bir başlangıçla başladı. Elementler tablosundaki elementlerin hangi ülkeler tarafından bulunduğu ve bü ülkelerin gelecekte ne gibi bilimsel konularla ilgili ilerleme kayıt ettiklerini anlattı. Tabii ki ülkelerin hangileri olduğunu tahmin edersiniz. Sonuç şaşırtıcı değil. Evreni anlama yolunda haracadıkları inanılmaz araştırma bütçelleriyle Amerika bu işte başı çekiyor. Sunumda ilginç olan 3 boyutlu printerlar ile organ naklinin yapılmasının yollarının açıldığı, konuşan insani özellikteki arkadaş canlısı, yardımcı ve zeki Jibo’nun satış fiyatının sadece 699dolar olmasının mükemmelliğini izledik. Size herşeyi öğretebilen Jibo’ya farklı yazılımlar eklenmesiyle herşeyin değişeceğine işaret ederken gözlerimizde korku vardı. Ürkütücü bir geleceğe ekiyoruz ve teknoloji her zamankinden daha değerli. Evrenin sırlarına ulaştıkça herşey anlamını yitirecek ve sonunda Carl Sagan’dan Soluk Mavi Noktayı dinledik.  Sizede dinlemenizi tavsiye ederim.

Geleceğin mesleğini basitçe dillendiren Emin Çapa ( Veri Madeni Mühendisliği) içimde neyim ben ki koca evrende? sorusuyla bıraktı beni. Daha yapılması gereken çok şey var bu evren için. Kendimi bilmem, çevremi dinlemem, anlamam gerek. Sonra sorgulamam lazım ilerlemek için, derken hayal edip deneyimlemem lazım. Sonunda da öğrendiklerimi, kazanımlarımı maddi manevi  paylaşmazsam neden bu evrene doğmuş olabilirim ki?

Paltomu aldım, Ahmet Hakan’ın konuşmasını atlayarak soğuk ve gündüz güneşiyle girdiğim yerden karanlıkta çıktım. Yüzümde bir gülümseme ve aklımda binlerce yeni fikirle.
Yeni Limmud’ a kadar bunları özümsemem, okumam ve yeni çıkarımlara ulaşmak dileğiyle. Seneye siz gitmeyenleride beklerim. Bu yolculuk çok keyifli. Tebrikler tüm emeği geçenlere.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder